Evrenin bir dili var. Yeryüzünün de öyle. Her millet kendi dilinde konuşur; Türk Türkçe, İngiliz İngilizce, Fransız Fransızca… Kedi miyavlar, köpek havlar, tavuk gidikler… Yani herkesin bir dili vardır. Peki biz insanlar, neden çoğu zaman birbirimizi anlamayız? Konuştuğumuz hâlde niçin içimizi anlatamayız? Ve neden bu kadar çok susarız?

Evrenin bir dili var. Yeryüzünün de öyle.
Her millet kendi dilinde konuşur;
Türk Türkçe, İngiliz İngilizce, Fransız Fransızca…
Kedi miyavlar, köpek havlar, tavuk gidikler…
Yani herkesin bir dili vardır.
Peki biz insanlar, neden çoğu zaman birbirimizi anlamayız?
Konuştuğumuz hâlde niçin içimizi anlatamayız?
Ve neden bu kadar çok susarız?


"Asırlardır ayıptır, günahtır" diyerek bize susmak öğretildi.
Kız kısmı konuşmaz, büyüklerin yanında susar,
Kocasının yanında susar.
Saygı adı altında içimize attıklarımızı sustukça zehir ettik.
Söz gümüş, sükût altındır dediler…
Ama o altın sükût, çoğu zaman zehir oldu.

Beden susar ama ruh susamaz.
Suskunluk, tıpkı bir fare gibi içeriden kemirir insanı.
Depresyon, panik atak, migren, bel ağrısı, ülser…
Hepsi susmanın, konuşamamanın birer yankısıdır aslında.
Duygularını yutan beden, sonunda bağırmaya başlar.

İçini anlatamadığın her gün,
bir parça daha eksilirsin kendinden.
Oysa konuşmak bir şifadır.
Kızgınsan söyle,
Kırıldıysan anlat,
Seviyorsan susma, söyle!
Karşılığında alacağın cevap ne olursa olsun,
sen içini kemiren o duygudan kurtulmuş olursun.

Konuşmak kavga etmek değildir.
Saygı çerçevesinde, sevgiyle anlatmaktır derdini.
Zaten bu toplumun en büyük yaralarından biri de
sosyal olarak konuşamamak.
Sustum, içime attım dediğimiz her şey,
bir gün bedenimize hastalık olarak döner.

Sevgili okurcanım,
Susma.
Söyle.
Çünkü suskunluk da kul hakkıdır bazen…
Kendine ettiğin zulümdür.
Konuş, dertleş, anlat, ifade et ki
ne ruhun hasta olsun,
ne bedenin yorgun.

Sevgiyle, umutla ve en çok da farkındalıkla…

Raziye Gökbudak