Pamukkale Üniversitesi (PAÜ) Jeoloji Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ali Kaya, İzmir’de meydana gelen depremin yıkıcı etkisini değerlendirdi. İzmir Bayraklı’nın zemininin gevşek olmasının depremin yıkıcı etkisini arttırdığını söyleyen Doç. Dr. Kaya, yaklaşık 300 yıldır suskun olan Eskihisar-Laodikya ve Pamukkale faylarının 6.7 şiddetinde bir deprem üretebilecek potansiyele sahip olduklarına dikkat çekti.

Konuşmasına, 30 Ekim 2020 tarihinde saat 14.51’de meydana gelen İzmir depreminde hayatını kaybedenlere Allah’tan rahmet, yaralılara acil şifalar dileyen Doç. Dr. Ali Kaya, fay hatları ve gevşek alüvyonlar üzerine inşa edilmiş zayıf yapıların büyük hasarları ve can kayıplarını beraberinde getirdiğini söyledi. Her deprem sonrasında benzer konuların tekrar gündeme geldiğini dile getiren Doç. Dr. Kaya, Türkiye’de meydana gelen depremleri ana mekanizması hakkında şunları dile getirdi: “Türkiye, Dünyadaki en genç jeolojik oluşumlardan olan Alp-Himalaya dağ kuşağı içerisinde yer almaktadır. Bu genç yapısı da aktif tektonizmayı beraberinde getirmekte, sürekli depremlerin yaşanmasına sebep olmaktadır. Türkiye ve çevresindeki aktif tektonizmaya sebep olan ana mekanizma ise Afrika ve Arabistan plakalarının kuzeye doğru yaklaşık 2cm/yıl olan hareketidir. Kuzeye doğru bu hareket Türkiye’nin doğusunu sıkıştırıp Kuzey Anadolu ve Doğu Anadolu faylarını geliştirmiş ve bu fayların arasındaki Anadolu plakasının batıya doğru transferine sebep olmuştur. Bununla beraber diğer önemli bir etken de Afrika plakasının kuzeyinde yer alan yaklaşık 8-10 km kalınlıktaki Akdeniz litosferik kabuğunun Türkiye’nin batısının, Yunanistan’ın ve İtalya’nın altına doğru kuzey yönünde dalmasıdır ki, Ege Bölgesinin güneye doğru çekilmesine sebep olarak, bu bölgedeki depremlerin oluşmasının ana mekanizmasını oluşturmaktadır” dedi.

Geçtiğimiz günlerde İzmir’de meydana gelen depremi, birçok yerbilimcinin açıkladığı gibi yanal atımlı kuzey-doğu uzanımlı Tuzla fayı değil, Sisam adasının hemen kuzeyinde yer alan yaklaşık 50 km uzunluğundaki Doğu-Batı doğrultulu bir normal fayın ürettiğine dikkat çeken Doç. Dr. Ali Kaya, artçı deprem episantrlarının dizilim ve kümelenme yoğunluğuna bakıldığında meydana gelen depremin Kuşadası fay zonunun batıdaki devamı niteliğinde bir fayın, yaklaşık 50-60 km uzunluğundaki bir kısmının kırılması sonucu oluştuğunu söyledi.

Merkez Üssünden 70 km Uzaklıkta Olmasına Rağmen Bayraklı; Zemininin Yapılaşmaya Elverişsiz Oluşu Nedeniyle, Depremin Yıkıcı Etkisinden Fazlasıyla Etkilendi

Depremde en büyük hasarın depremin merkez üssünden yaklaşık 70 km uzaklıkta İzmir’in Bayraklı ilçesinde görüldüğünü hatırlatan Doç. Dr. Ali Kaya sözlerine şöyle devam etti. “İzmir körfezini dolduran suya doygun, gevşek, tarım arazisine daha uygun alüvyal zeminler üzerine bir de kötü malzeme (kum, çimento, demir vs.), standartlara uygun olmayan kötü bir işçilik ve hatalı projelendirilmiş binalar yapılmıştır. Bu nedenle merkez üssünden uzaklaştıkça depremin yıkıcı etkisinin azalması gerekirken bu saydığımız etkenlerden dolayı aslında yapılaşmaya uygun olmayan Bayraklı ilçesinde deprem, merkez üssündeki büyüklüğe yakın büyüklüklerde hissedilmiştir. Kötü zemin koşulları nedeniyle Bayraklı ilçesi depremin merkez üssüne yakın bölgelerden daha fazla yıkıcı bir etki ile karşı karşıya kalmıştır. İzmir körfezinin etrafındaki vadilerin zamanla körfeze biriktirdiği alüvyonlar körfezi doldurmuş ve denizin içine doğru 5-6 km kadar ilerlemiştir. Öyle ki deniz seviyesinden sadece 10 m yüksekte olan kısımlar tespit edildiğinde bu kesimlerin yer yer 2 km’yi aşan dolgu alanlar olduğu göze çarpmaktadır. Bu tür yerler aşırı suya doygun olup, deprem anında zemin büyütmesi ve sıvılaşma etkisi yaparak depremin büyüklüğünü arttırıp yapılara en büyük hasarları vermektedirler. Normalde Mw=6.9 büyüklüğündeki depremin merkezinden 70 km uzakta olan bir yerdeki beklenen deprem şiddeti Mercalli ölçeğine göre 5’dir. Ancak görüyoruz ki, bazı binalar için bu şiddet yukarıda saydığımız olumsuzluklardan dolayı maalesef 7-8 olmuştur.”

Nehirlerin ve vadilerin yüksek alanlardan getirip alçak yerlere doldurduğu, suya doygun gevşek alüvyonlardan oluşan zeminlerde bina değil tarım yapılması gerektiğini hatırlatan Doç. Dr. Ali Kaya, bu bölgelere yine de inşaat yapılması gerekiyorsa çok iyi bir zemin iyileştirilmesinin yapılması gerektiğini, ardından yapılaşmanın çok sıkı bir denetimden geçirilmesi gerektiğini ifade etti.

“Bu Faylar, 6.7 şiddetin bir deprem üretebilecek potansiyele sahip”

Sözlerinin devamında Denizli özelinde deprem gerçeğine değinen Doç. Dr. Ali Kaya, Türkiye’nin batısının da Kuzey Anadolu ve Doğu Anadolu Fay zonları gibi deprem açısından yüksek riskli bir bölge olduğunu hatırlattı. İzmir depreminin ardından Denizli’de de bir deprem olur mu? sorusu ile çokça karşılaştığını belirten Doç. Dr. Kaya “ İzmir’de meydana gelen depremin kısa süre içerisinde Denizli’de bir deprem oluşmasına neden olması mümkün değil. Buradaki mekanizma şöyle çalışır; kırılan fayın her iki ucunda stres (gerilim) artışı olur. Daha sonra küçük deprem episantrlarının gidişine bakılarak gerilmenin ne tarafa transfer olduğu tahmin edilebilir. İzmir depremine sebep olan fayın batısında yer alan Ege denizi içinde veya doğu ucundaki Kuşadası Fay zonunda gerilme artışı daha olası görünmektedir. Yani Denizli ile ilgili olarak daha batımızda yer alan faylar kırılmadan bu depremin Denizli’ye etkisi kısa vadede mümkün değildir. Ancak Denizli’de yaklaşık 300 yıldır suskun olan faylar var. 1702 ve 1717 tarihlerinden bugüne Eskihisar-Laodikya fayı ve ayrıca Pamukkale fayı üzerinde 6.5’den büyük deprem olmayışı gerilmenin çok arttığı, hatta yıllık deformasyon miktarlarına göre maalesef 6.7’yi bulabilecek bir potansiyele ulaştığı anlamına gelmektedir. Ama bu, hemen deprem olacak anlamına gelmez, şu anki teknoloji ile depremlerin ne zaman olacağını kestirmek mümkün değildir. Bu hava durumu tahmini gibi düşünülebilir. Ama yerleşim alanlarını tehdit eden fayların deprem risk analizlerini ortaya çıkarabilmek için tekrarlanma periyotları ortalama kaç büyüklüğünde ve en son ne zaman deprem ürettikleri gibi parametrelerin tespit edilmesi gerekir. Bunun için de sahada faylar üzerinde büyük hendekler açılarak detaylı paleosismolojik araştırmalar yapılmak suretiyle beklenen depremin elde edilen bilgilere göre, istatistiksel anlamda, ne kadar bir süre zarfında ve hangi büyüklükte ve hatta yeri bile tahmin edilebilir.”

Meydana gelen küçük depremlerin, oluşabilecek daha büyük bir deprem riskini azaltacağı inancının aslında sanıldığı kadar gerçekçi olmadığına dikkat çeken Doç. Dr. Ali Kaya, 6 büyüklüğündeki bir deprem 5 büyüklüğündeki bir depremden 10 kat daha büyük olup, açığa çıkan enerji bakımından ise yaklaşık 32 kat daha büyük olduğunu, bu nedenle 6 büyüklüğündekine eşdeğer bir enerji boşalması için yaklaşık 32 kez 5 büyüklüğünde bir depremin yaşanması gerektiğini, daha düşük büyüklüklerde ise bu sayının binli rakamları bulması gerektiğini söyledi.

Sözlerinin sonunda Ülkemizin deprem bölgesi olduğunu hatırlatan Doç. Dr. Ali Kaya, fay hatlarına ve yeraltı suyunun yüzeye çok yakın olduğu gevşek alüvyal zeminlerde bina yapılmazsa depremlerin verebileceği birçok zararın baştan önüne geçilebileceğini hatırlattı. Yerel ve merkezi otoritenin de mutlaka bu konuda güçlü yaptırımları hayata geçirmesinin gerekliliğine dikkat çekti.